Zor da olsa toparlandı, gönül koyduğu kırlara koşacaktı ne
de olsa. Yanına iki domates, iki salatalık, iki dilim peynir, iki sandviç,
birkaç tanecik de eşek zeytini aldı koyuldu yollara. Ha bir de umutlarını
yüklemişti sırtına…
Kapıdan dışarı çıktığında ıssız bir sessizlik sardı her
tarafı; rüzgar susmuş, kuşlar susmuş, doğa susmuştu. Bir süre ufka baktı,
gözlerini kapayıp derin bir nefes aldı içine, işte o an; tüm bestekarların
kıskanacağı muhteşem bir senfoni
yankılandı kulaklarında; rüzgar yine coşmuş, bir kelebek gibi kanat açtırmıştı
adeta. Zaman bile o acımasız çarklarını durdurdu. Ne kadar yol kat ettiğinin
farkında bile değildi, üstelik gözünde büyüyüp de hiç aşamadığı tepeleri bile
aşmış; vaat edilen topraklara ulaşmış
kadar da mutluydu.
Bir süre sonra; sanki bir Monet tablosuymuşçasına izleye
kalacağı, kır çiçekleriyle dolu bir yere geldi. Kollarını açtı, denizin engin
sularına dalar gibi attı kendini çiçeklerin ortasına. Uzunca bir süre sere
serpe yerde kaldı, gözleri maviliklerde çakılı bulutlara daldı. Her bulutta
aşkının silueti. Çantasından azığını çıkardı. Bir parça kendi önüne, bir parça
karşısına…
“İşte burası sevgilim. Artık sokak aralarında sıkışıp kalmış
ve nereden çıkacağı belli olmayan, umut, sevgi, yaşam sömürgenleri arasında
değil; kuşlar kadar hür ve özgürüz. Birbirimizden uzak düştüğümüz,
kirpiklerimizi nemli, dudaklarımızı titrek, dizlerimizi dermansız bırakan;
ateşimizi, tutkularımızı, sevdamızı tüketen hiçliklerde değiliz.” HKNPLT
Yorumlar
Yorum Gönder