Hatırlıyorum da bizler daha dün
çocuktuk ve sokaklarda ağaçtan yaptığımız, şarıldayan, kulak tırmalayan bir
sesi olan bilyeli arabalarımızla mahallenin yokuşundan aşağıya tam gaz inerdik.
Şimdilerde böyle çocuklar yok ve o arabaları biz yapardık, kendimiz. Üstelik renkli gazoz kapakları çakarak süsler,
yassı pil ile çalışan lambalar takar, üzerine koltuk yapardık. Hey Allahım;
ağaçtan el freni bile yapardık be.
Öyle boş boş da durmazdık hani,
hayatımız sadece oyundan ibaret değildi. Mevsimi gelip kırlardaki gelincikler
kızarmaya başladı mı bir kez; hemen toplar, şurup yapar, satardık. Ben o
zamanlar çabuk satmak için oturma yerlerini takip eder bir çırpıda satardım. Tarifi dün gibi aklımda ama sır söylemem, çok
da güzel yapardım yemin ediyorum. Artık böyle çocuklar olmadığını bırakın
gelincik şurubunu teşvik için de olsa satın alacak yetişkin yok.
Az muzip değildik, e öyle
görüyorduk büyüklerimizden. Televizyonun olmadığı yıllardı ne de olsa ve
herkesin eğlencesiydi yapılan muziplikler. Bu günlerde böyle tiplere fırlama
diyorlar galiba. Hala kapının zilini çalıp kaçan çocuklar var belki ama
arkalarından edilen küfür’ün biri bin para.
Su birikintilerinde gördüğümüz
kurbağa yavrularını alır, arkadan bacakları çıkana kadar bir kap içinde
bakardık. Evet bizi leyleklerin getirdiği yalanına inanıyorduk belki ama ilk
biyoloji dersini de aslında o yaşlarda alıyormuşuz meğer. Kaçımız “hadi gel
yavrum, bugün seninle kırda kurbağa larvası toplayacağız” diyoruz
çocuklarımıza? Kolayı var zira; bir kavanoz, bir Japon balığı. E ne öğrendik
bundan.
Ahşap iskemleleri birbirine çakılmış
koltuklarında çekirdek yenen, gazoz içilen yazlık sinemalarımız yok artık. Üzerinde
ekmek kızarttığımız, kestane patlattığımız ve hatta kapağını açıp içinde sucuk
şiş yaptığımız sobalarımız yok. İçinden oyuncak çıkan leblebi tozlarımız
yok.Tommiks, Teksas, Zagor, Kızılmaske kitaplarını takas ettiğimiz “Küpeli
Vacit” amca yok. (Toprağı bol olsun arada kazıklardı bizi ama bizde az kitabını
çalmadık hani ama okur, geri götürürdük be, bu çalmak sayılmaz.)
Berber koltuklarına çocuklar oturtulmazı
o yıllarda. Ahşap bir tabura üstüne oturtulurduk hep. “–offf Hasan amca ya ben
o koltukta tıraş olmak istiyorum ama” derken “-sus lan hergele, dur kıpırdama
kulağını kesicem şimdi” diyen berberimiz de yok.
Mahallenin tüm kadınlarının
toplaşıp ve bizimde dilimiz dışarıda beklediğimiz; içinde pideler, ekmekler, börekler yapılan
sokak fırınlarımız da yok artık. Hoş olsa da onları yapacak kimse de kalmadı,
kolayı var şimdi her şey gibi onlarında.
O yıllarda; bırak çamaşır
makinesini, doğru düzgün su mu vardı, millet sokak çeşmesinin başında yıkardı
çamaşırlarını. Kadınlar çamaşır yıkarken biz kuyruğa girip coruk gibi su içip
onları kızdırmaya bayılır, parmak aramıza musluğu kıstırır, su püskürtürdük
üzerlerine. Vay be; deterjan bile yoktu sonra sonra çıktı çitiler, küllü suda
yıkanırdı çamaşır, yumuşak olsun diye soda konurdu suya, beyazlığı içinse
civit. Yıllarsa sonra şarkısı dolandı dillerinde çocukların, kadınların “mintaksla
canım mintaksla”
Şimdi bana kaybolan yıllarımı
verseler. Canım benim şarkı o, vermezler, bekleme haybeye. Özlem, beş harfli öyle lalettayin bir kelime
değil. Ha bu arada yeniler bilmez, artık böyle kelimeler de yok. Boşuna lügat
karıştırıp, google’da aramayın diye yazayım “lalettayin” gelişigüzel, rastgele
anlamına gelmekte.
Özlem dedim de aslında özlem; içimize
işlemiş her hatırayı kulağımızda çınlatan, ruhumuza tekrar tekrar bir ırmaktan
akarcasına taşıyan duygular zinciridir. Özlem; umutlarımızı besleyen vazgeçilemez
bir kaynaktır. Bilirim, gidenler geri dönmez ve bilirim bir şehir, hatta bir ülke dolusu şaşkın, yorgun, ürkek,
anlamsız, uykusuz geceler yapışır yakana da uyanamazsın, ayılamazsın taaaki
zamanın acımasız çarkları işleyip, iş işten geçene kadar.
Bir gergefin üzerine nakşedilmiş
gibi kazınır hayatına özlem ve özlemin izlerini taşıyan tüm hatıralar. Zamanın çarklarını
dost edinerek kendini kandırırsın, kimi zaman “geceleri saymazsak hala yirmili
yaşlardayım” dersin ancak uzun sürmez, saçlarına düşen akların seni dürterek bu
pembe rüyadan uyandırması.
Bir yoldaş edin ve gerçek bir
yoldaş olsun, adı “yaşamak” olsun, yaşam; dolu dolu olsun. Alışman için acı ve
kedere ki; ölmemen için o ısırgan acılardan yeni bir silah yarat yaşamaktan. Ve
anıların, özlemlerin yürek adındaki o al damarlı taşında ıssız bırakmasın seni.
Ayna ayna söyle bana demeyesin sonra bir başına, yalnız, kimsesiz, sessiz. Önce
kendini bul, kendi kökünü zira “özlem” adını verdiğimiz o insani kelimenin kökü
de “ÖZ”.
Hakan POLAT
Yorumlar
Yorum Gönder