20 li ve 30 lu Yıllarda Gece Hayatı



Yaşadığımız hayatın akışına farklı bir perspektiften baktığımızda, bu bakışın ve yaşam koşullarımızın aslında bir ihtiyaçlar zincirinden oluştuğunu görürüz. Toplumun farklı kesimlerinde farklı farklı terimlerle anlatılan unsurlar, günlük yaşam sahasına insansı ve bir anlamda da zaruri ihtiyaçlar olarak girerler. Ev, yeme/içme, giyim/kuşam gibi ihtiyaçlar en insansı temel ihtiyaçların sadece bir kısmıdır. Ancak insanın bu ihtiyaçları sadece bunlarla sınırlı değil hiç şüphesiz. Birçok alanda ve normda kültür, sanat gibi etkinlikler, dinleme ve eğlenme gibi bazı faaliyetlerde temel ihtiyaçlar arasında neredeyse vazgeçilmez denecek kadar öneme sahiptir. Günlük yaşam standartlarımız arasında eğlence olarak nitelendirdiğimiz etkinlikler de önemli bir yer tutar. Eğlenmek; biz insanlar için neredeyse bir gelenek halini almıştır. Bizler hemen, her zaman kendimize uygun eğlence formları bulmuş ve uygulamışızdır.

Eğlence, bir etkileşim ve iletişim unsuru olarak toplumsal değerlere göre şekillenir. Sosyal ve toplumsal kültürler ile birlikte yaşam tarzları da eğlence anlayışının evrensel öğelerini belirliyor olsa da, her toplumun kendine has bir eğlence anlayışı vardır. Bu durum da kültürel bir ifade tarzı olarak toplumsal farklılıklar arasındaki ipuçlarını içerir. Bu yazımda sizlere aktarmak istediğim de tam olarak bu dur aslında. Ülkemizin çeşitli bölgelerinde farklı eğlence anlayışları yaşanan gün ve koşula bağlı olarak zaman zaman değişime uğramış ancak bazı gelenekselleşmiş unsurlar bugüne taşınabilmiştir. Bu anlatımda amacım; toplumsal yapı taşlarının zaman içerisinde yenilenip, şekillenerek sosyal alan ilişkilerimiz dahilinde değişen eğlence anlayışlarını göz önüne sermek. Dilerseniz şimdi İstanbul’daki 20 li ve 30 lu yılların eğlence anlayışlarına bir göz atalım.

Osmanlı dönemi İstanbul’u batılılaşma süreci başlayana kadar yani yaklaşık 18.yüzyıla kadar olan dönemde geleneksel yapısını korumuştur. Modernleşme süreci içerisinde kültürel eğlence normlarımızda kadına da yer verilmiş olması sosyal yaşam ve eğlence yapısında birliktelikler ve davranış biçimleri gibi pek çok yapıyı etkisi altına alarak değişime uğratmıştır.

1929 yılında yaşanan büyük buhranın etkileri hafiflemeye başlayınca dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’nin de büyük illerinde eğlence hayatının değişime uğradığı ve insanların hayatlarında önemli bir yer tutarak zirve yaptığı bir dönem yaşanır. Varyete barları, gazinolar, müzikholler gibi mekanlar açılır ve sayıları hızla artmaya başlar. Birçok insan bu eğlence havuzuna dalar ve birçok insan da bu sektörden nasiplenir. Kozmopolit yapısıyla birlikte özellikle Beyoğlu bu canlı eğlence hayatının merkezi haline gelir. Bu sürecin en etkili aktörleri Bolşevik ihtilalinden kaçarak bu bölgeye sığınan Beyaz Ruslar olmuştur hiç şüphesiz ve bunların başında işletmeciliğini Moskovalı bir iş adamı olan Frederick Thomas’ın yaptığı Maxim gazinosudur. Maxim kısa sürede yıllar sürecek bir şöhrete kavuşmuş ve bu sayede ilk kez Beyoğlu çarliston, shimmy, fokstrot gibi danslarla tanışmakla kalmayıp güzel Rus kızlarıyla da dolup taşar, hayran bırakan revü gösterilerinin dışında devrim şarkılarının sesleri de yükselirdi.(Örnek : Türkçeye Bir günah gibi adıyla aranje edilen Ivan Rebroff şarkısı Ochi Chernyie gibi) 



Türkiye’deki bu gelişmeler batı dünyasında da büyük yankı bulmuş; Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra hızla gelişme gösteren bu kültürel gelişme batı dünyasının sanatçılarına da çalışma imkanı sunmuş olması o dönemim ünlü Reflector dergisine konu olmuştur. Doğu Avrupa, Balkanlar ve Asya içerisinde Türkiye bu anlamda çok ileri bir seviyeye ulaşmıştı. Maxim’in dışında Garden Bar, Taksim Garden gibi varyete mekanları süresiz çalışma izni verilen yabancılarla dolup taşmış.

            İşletmeciliğini Petridis adında bir Yunanlının yaptığı Tepebaşı Garden, Maxim, Boğaziçi Canlı Balık Restaurant, İzzet Toker’in Pangaltı Küçük Çiftlik, Mehmet Uzunca’nın Londra Restaurant, Pera Turan, Pera Ambassadeur Floria, Music Hall Tokatlıyan Otelleri, Park Hotel bu yılların başlıca gözde mekanlarıydı.

            Yahudi asıllı Türk yazar, tarihçi ve akademisyen olan Jak Deleon’un büyük yengesi Natasha Deleon 1917 devriminden sonra engin hoşgörüsü ve tarihsel konukseverlikleri nedeniyle Türkiye’ye kaçan Beyaz Ruslardan ve hatıralarında İstanbul gecelerini şöyle anlatıyor: “ Pera bir şenlik yeri. Bugün eşim Albert ve Mösyö Fikret Adil ile birlikte Ayaspaşa Rus Lokantasında yemeğe gidiyoruz. Mösyö İbrahim Çallı da teşrif edecekler. Ayaspaşa’dan sonra Park Hotel’e de uğrayacağız sanırım. Bu akşam danslı çay olacağı söyleniyor... Monşer, mükemmel bir akşamdı. Ayaspaşa’nın önünde sıra sıra ictoria Dodge’ler, Sunbeam’ler, Bugatti, Stubaker ve Daimler’ler (dönemin otomobilleri) son derece hoş bir görünüm arz ediyorlardı. Yokuşun biraz yukarısında Park otel’in bütün ışıkları yanıyordu, terasından gelen cıvıltılı kahkahalara kulak vermemek elde değildi. Beyoğlunda kravatsız bir bey gördüm ve gözlerime inanamadım…”

            Yaz aylarında eğlence açık mekanlara, bahçelere kayardı. Taksim, Tarabya, Bebek, Sarıyer, Moda, Suadiye, Caddebostan ve Büyükada gibi yerler tercih edilirdi. O dönemin en meşhur iki orkestrası Janko ve Keman virtiözü Amatti’nin yönettiği Hungarian Women’s Orchestra hayranlıkla dinlenir, Bomonti Bahçesi’nde Mezzy Balesi göz kamaştırır, Marco Baben Orkestrası zengin programıyla dudakları uçuklatırdı.

            1939 yılında yerli sanatçıların rekabet gücünü korumak adına yabancı sanatçılar için çalışma şartları giderek zorlaştırılır. Hatta bir ara İstanbul valiliği bununla ilgili bir yasaklama da koyar. Türkiye’de çalışmak isteyen yabancılar için İstanbul Konservatuarında sınavdav geçme koşulu aranmaya başlar. Bu arada; İkinci Dünya Savaşı başlayınca yavaş yavaş bu renkli mekanlar kapanmaya ve yabancı sanatçıların sayısı azalmaya başlar. Derin bir sessizliğe bürünen eğlence camiası için artık ayakta kalma savaşı başlamıştır.

            Toplumların yaşam tarzı ve kültüründen kaynaklanan eğlence adını verdiğimiz bu etkinlik alanı her ne kadar toplumsal değerlere sadık kalan bir yapı içerisinde olsa da bazı evrensel yönleri de bünyesinde fazlasıyla barındırarak toplumların birbirlerini etkilemesine de olanak tanır. Bu anlamda eğlence toplumsal ve kültürel bir ifade tarzı olduğu kadar; sosyal ve kültürel normların taşıyıcısı da olmuştur. Batı Avrupa’nın yüzyıllar önce geçirdiği Rönesans, reform, sanayileşme ve aydınlanma süreci batı dışında kalan toplumlar için de batılılaşma ve modernleşme adı altında bu gelişme düzeyine erişme çabasından başka bir şey değildir. Doğal olarak da bu düşünce, doğu toplumlarının, batı karşısındaki mevcut konumlarının bir göstergesi olmuştur.  Sosyal yaşam içinde etkisini oldukça hissettiren salon adabı, Tanzimat’la birlikte Osmanlı insanının ve genç Cumhuriyet dönemi insanlarının gündemine giren etkinlikler buna en iyi örnektir. Bu gelişme sürecinin en önemli etkisiyse açık mekanlarda kadın-erkek ayrımının ortadan kalkmasına neden oluşuydu hiç şüphesiz. Böylece toplumsal açıdan batılılaşma hareketlerinin başlamasıyla eğlence hayatının da batı normlarına ayak uyduracak şekilde yeniden belirlenmesi toplumsal hayat akışı içinde; kadınım konumu, birliktelikler, davranış biçimleri gibi birçok unsur etkilenmiştir.

            Tanzimat dönemiyle başlayan, Meşrutiyet ve Cumhuriyet’le devam eden bu süreç genelde Türk toplumunun sosyal ve kültürel yapısında pek çok yapısal değişime uğramasına neden olmuştur. Bu gün de devam eden bu süreçte olması gereken taklitten kaçınarak kendi toplumsal dinamiklerini harekete geçirmek olmalıdır.


Kaynak :
Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı.
Nur Akın, 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Galata ve Pera
Burhan Arpad, Bir İstanbul Var İdi.
Atlas Tarih.






Yorumlar