Yaşadığımız hayatın akışına
farklı bir perspektiften baktığımızda, bu bakışın ve yaşam koşullarımızın aslında
bir ihtiyaçlar zincirinden oluştuğunu görürüz. Toplumun farklı kesimlerinde farklı
farklı terimlerle anlatılan unsurlar, günlük yaşam sahasına insansı ve bir
anlamda da zaruri ihtiyaçlar olarak girerler. Ev, yeme/içme, giyim/kuşam gibi ihtiyaçlar
en insansı temel ihtiyaçların sadece bir kısmıdır. Ancak insanın bu ihtiyaçları
sadece bunlarla sınırlı değil hiç şüphesiz. Birçok alanda ve normda kültür,
sanat gibi etkinlikler, dinleme ve eğlenme gibi bazı faaliyetlerde temel ihtiyaçlar
arasında neredeyse vazgeçilmez denecek kadar öneme sahiptir. Günlük yaşam
standartlarımız arasında eğlence olarak nitelendirdiğimiz etkinlikler de önemli
bir yer tutar. Eğlenmek; biz insanlar için neredeyse bir gelenek halini
almıştır. Bizler hemen, her zaman kendimize uygun eğlence formları bulmuş ve
uygulamışızdır.
Eğlence, bir etkileşim ve
iletişim unsuru olarak toplumsal değerlere göre şekillenir. Sosyal ve toplumsal
kültürler ile birlikte yaşam tarzları da eğlence anlayışının evrensel öğelerini
belirliyor olsa da, her toplumun kendine has bir eğlence anlayışı vardır. Bu
durum da kültürel bir ifade tarzı olarak toplumsal farklılıklar arasındaki
ipuçlarını içerir. Bu yazımda sizlere aktarmak istediğim de tam olarak bu dur
aslında. Ülkemizin çeşitli bölgelerinde farklı eğlence anlayışları yaşanan gün
ve koşula bağlı olarak zaman zaman değişime uğramış ancak bazı gelenekselleşmiş
unsurlar bugüne taşınabilmiştir. Bu anlatımda amacım; toplumsal yapı taşlarının
zaman içerisinde yenilenip, şekillenerek sosyal alan ilişkilerimiz dahilinde
değişen eğlence anlayışlarını göz önüne sermek. Dilerseniz şimdi İstanbul’daki
20 li ve 30 lu yılların eğlence anlayışlarına bir göz atalım.
Osmanlı
dönemi İstanbul’u batılılaşma süreci başlayana kadar yani yaklaşık 18.yüzyıla
kadar olan dönemde geleneksel yapısını korumuştur. Modernleşme süreci
içerisinde kültürel eğlence normlarımızda kadına da yer verilmiş olması sosyal
yaşam ve eğlence yapısında birliktelikler ve davranış biçimleri gibi pek çok
yapıyı etkisi altına alarak değişime uğratmıştır.
1929
yılında yaşanan büyük buhranın etkileri hafiflemeye başlayınca dünyanın pek çok
yerinde olduğu gibi Türkiye’nin de büyük illerinde eğlence hayatının değişime
uğradığı ve insanların hayatlarında önemli bir yer tutarak zirve yaptığı bir
dönem yaşanır. Varyete barları, gazinolar, müzikholler gibi mekanlar açılır ve
sayıları hızla artmaya başlar. Birçok insan bu eğlence havuzuna dalar ve birçok
insan da bu sektörden nasiplenir. Kozmopolit yapısıyla birlikte özellikle
Beyoğlu bu canlı eğlence hayatının merkezi haline gelir. Bu sürecin en etkili
aktörleri Bolşevik ihtilalinden kaçarak bu bölgeye sığınan Beyaz Ruslar
olmuştur hiç şüphesiz ve bunların başında işletmeciliğini Moskovalı bir iş
adamı olan Frederick Thomas’ın yaptığı Maxim gazinosudur. Maxim kısa sürede
yıllar sürecek bir şöhrete kavuşmuş ve bu sayede ilk kez Beyoğlu çarliston,
shimmy, fokstrot gibi danslarla tanışmakla kalmayıp güzel Rus kızlarıyla da
dolup taşar, hayran bırakan revü gösterilerinin dışında devrim şarkılarının
sesleri de yükselirdi.(Örnek : Türkçeye Bir günah gibi adıyla aranje edilen
Ivan Rebroff şarkısı Ochi Chernyie gibi)
Türkiye’deki
bu gelişmeler batı dünyasında da büyük yankı bulmuş; Cumhuriyetin ilanından
kısa bir süre sonra hızla gelişme gösteren bu kültürel gelişme batı dünyasının
sanatçılarına da çalışma imkanı sunmuş olması o dönemim ünlü Reflector
dergisine konu olmuştur. Doğu Avrupa, Balkanlar ve Asya içerisinde Türkiye bu
anlamda çok ileri bir seviyeye ulaşmıştı. Maxim’in dışında Garden Bar, Taksim
Garden gibi varyete mekanları süresiz çalışma izni verilen yabancılarla dolup
taşmış.
İşletmeciliğini Petridis adında bir Yunanlının yaptığı
Tepebaşı Garden, Maxim, Boğaziçi Canlı Balık Restaurant, İzzet Toker’in
Pangaltı Küçük Çiftlik, Mehmet Uzunca’nın Londra Restaurant, Pera Turan, Pera
Ambassadeur Floria, Music Hall Tokatlıyan Otelleri, Park Hotel bu yılların
başlıca gözde mekanlarıydı.
Yahudi asıllı Türk yazar, tarihçi ve akademisyen olan Jak
Deleon’un büyük yengesi Natasha Deleon 1917 devriminden sonra engin hoşgörüsü
ve tarihsel konukseverlikleri nedeniyle Türkiye’ye kaçan Beyaz Ruslardan ve
hatıralarında İstanbul gecelerini şöyle anlatıyor: “ Pera bir şenlik yeri. Bugün eşim
Albert ve Mösyö Fikret Adil ile birlikte Ayaspaşa Rus Lokantasında yemeğe gidiyoruz.
Mösyö İbrahim Çallı da teşrif edecekler. Ayaspaşa’dan sonra Park Hotel’e de
uğrayacağız sanırım. Bu akşam danslı çay olacağı söyleniyor... Monşer, mükemmel
bir akşamdı. Ayaspaşa’nın önünde sıra sıra ictoria Dodge’ler, Sunbeam’ler,
Bugatti, Stubaker ve Daimler’ler (dönemin otomobilleri) son derece hoş bir
görünüm arz ediyorlardı. Yokuşun biraz yukarısında Park otel’in bütün ışıkları
yanıyordu, terasından gelen cıvıltılı kahkahalara kulak vermemek elde değildi.
Beyoğlunda kravatsız bir bey gördüm ve gözlerime inanamadım…”
Yaz aylarında eğlence açık mekanlara, bahçelere kayardı.
Taksim, Tarabya, Bebek, Sarıyer, Moda, Suadiye, Caddebostan ve Büyükada gibi
yerler tercih edilirdi. O dönemin en meşhur iki orkestrası Janko ve Keman
virtiözü Amatti’nin yönettiği Hungarian Women’s Orchestra hayranlıkla dinlenir,
Bomonti Bahçesi’nde Mezzy Balesi göz kamaştırır, Marco Baben Orkestrası zengin
programıyla dudakları uçuklatırdı.
1939 yılında yerli sanatçıların rekabet gücünü korumak
adına yabancı sanatçılar için çalışma şartları giderek zorlaştırılır. Hatta bir
ara İstanbul valiliği bununla ilgili bir yasaklama da koyar. Türkiye’de
çalışmak isteyen yabancılar için İstanbul Konservatuarında sınavdav geçme
koşulu aranmaya başlar. Bu arada; İkinci Dünya Savaşı başlayınca yavaş yavaş bu
renkli mekanlar kapanmaya ve yabancı sanatçıların sayısı azalmaya başlar. Derin
bir sessizliğe bürünen eğlence camiası için artık ayakta kalma savaşı
başlamıştır.
Toplumların yaşam tarzı ve kültüründen kaynaklanan eğlence
adını verdiğimiz bu etkinlik alanı her ne kadar toplumsal değerlere sadık kalan
bir yapı içerisinde olsa da bazı evrensel yönleri de bünyesinde fazlasıyla
barındırarak toplumların birbirlerini etkilemesine de olanak tanır. Bu anlamda
eğlence toplumsal ve kültürel bir ifade tarzı olduğu kadar; sosyal ve kültürel
normların taşıyıcısı da olmuştur. Batı Avrupa’nın yüzyıllar önce geçirdiği
Rönesans, reform, sanayileşme ve aydınlanma süreci batı dışında kalan toplumlar
için de batılılaşma ve modernleşme adı altında bu gelişme düzeyine erişme
çabasından başka bir şey değildir. Doğal olarak da bu düşünce, doğu
toplumlarının, batı karşısındaki mevcut konumlarının bir göstergesi olmuştur. Sosyal yaşam içinde etkisini oldukça
hissettiren salon adabı, Tanzimat’la birlikte Osmanlı insanının ve genç
Cumhuriyet dönemi insanlarının gündemine giren etkinlikler buna en iyi
örnektir. Bu gelişme sürecinin en önemli etkisiyse açık mekanlarda kadın-erkek
ayrımının ortadan kalkmasına neden oluşuydu hiç şüphesiz. Böylece toplumsal
açıdan batılılaşma hareketlerinin başlamasıyla eğlence hayatının da batı
normlarına ayak uyduracak şekilde yeniden belirlenmesi toplumsal hayat akışı
içinde; kadınım konumu, birliktelikler, davranış biçimleri gibi birçok unsur
etkilenmiştir.
Tanzimat dönemiyle başlayan, Meşrutiyet ve Cumhuriyet’le
devam eden bu süreç genelde Türk toplumunun sosyal ve kültürel yapısında pek
çok yapısal değişime uğramasına neden olmuştur. Bu gün de devam eden bu süreçte
olması gereken taklitten kaçınarak kendi toplumsal dinamiklerini harekete
geçirmek olmalıdır.
Kaynak :
Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı.
Nur Akın, 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Galata ve Pera
Burhan Arpad, Bir İstanbul Var İdi.
Atlas Tarih.
Kaynak :
Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı.
Nur Akın, 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Galata ve Pera
Burhan Arpad, Bir İstanbul Var İdi.
Atlas Tarih.
Yorumlar
Yorum Gönder