"İnsanların çoğu bir evin ne anlama geldiği hakkında
hiç düşünmemiş gibi görünüyor... Yaşamlarını gereksiz yere yokluk içinde
geçiriyorlar. Çünkü komşularının evi gibi bir evlerinin olması gerektiğini
düşünüyorlar. Sanki bir insan terzinin onun için dikmeyi istediği her türden
elbiseyi giymek ya da zamanla palmiye yaprağından şapkasını ya da dağsıçanı
derisinden kasketini giymeyi bırakmak zorundaymış gibi, kendilerine bir taç
almaya paraları yetmiyor diye zor zamanlardan söz ediyorlar. Sahip
olduklarımızdan daha elverişli ve rahat bir ev her zaman olası, ancak kabul
edilebilir ki, bir insanın parası buna yetmeyecektir... Hep daha fazlasını
edinmek için mi çalışacağız, ara sıra daha azıyla da yetinemez miyiz... Saygın
kişiler ölmeden önce, gençlere böylesine ciddi bir şekilde, ilkeleri ve
örnekleriyle, fazladan bir takım parlak ayakkabı ve şemsiyeler ve boş
misafirler için boş misafir odaları edinmenin gerekliliğini mi anlatacaklar. Neden bizim mobilyalarımız da arapların ya da kızılderililerin ki kadar yalın
ve basit olamaz, cennetin habercileri ve insana verilen ilahi
hediyelerin taşıyıcıları olarak ilahlaştırdığımız velinimetleri düşündüğümde,
beraberlerindeki kişilerin gelip ayaklarına kapandıklarını ya da bir araba yükü
gösterişli mobilyaları olduğunu gözümde canlandıramıyorum. Ruhani ve
entelektüel anlamda onlardan üstün olduğumuz oranda, mobilyalarımızın
araplarınkinden gösterişli olmasına izin verseydim – bireysel bir izin olamaz
mı- ne olurdu. Günümüzde evlerimiz mobilyalarla tıka basa doldurulup kirletiliyor iyi bir ev hanımı büyük kısmını süpürüp çöp çukuruna atardı ve sabah yapılması
gereken işini tamamlamış olurdu. Sabah işi... Aurora’nın kızılı ve menon’un
müziği aşkına insanın sabah işi ne olmalı bu dünyada? Üç kireçtaşı parçası
vardı masamda ve iğrenerek pencereden attım onları, aklımın mobilyalarının
tamamı tozluyken bu taşların her gün tozlarının alınması gerektiğini
anlayınca. O halde nasıl sahip olabilirim mobilyalı bir konuta. Açık havada
oturabilirim çoğunlukla, çünkü çimenler toz toplamıyor insanlar toprağı
kazmadıkça..." Henry David Thoreau
Tabiat ananın bizlere sunduğundan daha güzel bir ev var mı? Tanımaya bile çalışmadığımız komşular. Kuşlar, böcekler, çiçekler, kurbağalar, kelebekler, yusufçuklar... Çığlık çığlığa anlatmaya çalışıyor kendilerini ve yardım haykırıyorlar. Susuyor izliyoruz, çiğniyor katlediyoruz, umursamıyoruz. Tanrı mı böyle istedi? Birkaçımız ağlıyor belli etmeden, birkaçımızın içi yanıyor, kimimiz duyuyor bu sessiz cennetteki komşularımızın çığlıklarını, kimimiz duymazdan geliyor.
Bir gün gelir de, bir insan neden tüm hayatını bir anda geride bırakır ve yabana, doğaya sığınır? “Nerede ve Ne İçin Yaşadım” kitabı; bu sorunun cevabı niteliğinde. İnsanın kendine ve doğaya duyduğu özlemin hikâyesi.
YanıtlaSilKitabı okuduktan sonra keşke bitmeseydi dedim kendi kendime. Çünkü insanın ruhuna dinginlik veren ve ferah hissettiren cümleler barındırıyor içinde.
Kitaptan en beğendiğim alıntı:
İnsan kendini bir şeye zincirleyerek yaşadığı sürece, bu şey bir tarla da olsa hapishaneye dönüşüyor.
Devamını burada bulabilirsiniz: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/henry-david-thoreau-nerede-ve-ne-icin-yasadim/