ve tutundu, tüm gereksizliklerine; aslında tutunduğu – öyle
sanmadığı – kayıplarıydı. Ayaklarının altından kaydı dünya; görebiliyordu,
görmek için geceleri uzun kılan sayısız unuttuklarını.
- Kaymağınızın altına ekmek kadayıfı alır mısınız ?
- Sade, lütfen..
Çevremde minnet duymamı bekler gibi ağır suretleriyle kıpırdamadan
duruyor eşyalar. Herbirinin nereden ve nasıl geldiklerini anımsıyorum.
Mobilyalarım, minderlerim, halılarım, masam, sandalyem, kitaplıklarım..
Kitaplarım.. Uzun bir ömür geçirdik sizlerle, bazen sinirlerim bozuldu,
sizlerden aldım yedek parçaları, onarıldım.. Bazen mutlu oldum, süsledim
sizleri, temizledim. Herhangi birinizden vazgeçmem gerektiği anlarım oldu,
yeniler katıldı bazen aranıza; sizleri tanıştırdım, kaynaştırdım.. Gidenlerden
milyon kere özürler diledim, gittikleri yerlerde huzurlu olmalarını
sağlayamadım – kalanların bundan hiç haberi olmadı – Olamazdı da, yalanlar
söyledim.. Bir sona doğru yaklaşıyorum artık, benden sonra sizler ne
olacaksınız bilmiyorum; bilmek istemiyorum. Baki kalacak o kadar çok şey varki
aslında, duvarlara işleyen tıkırtısı daktilomun, dolapların kapaklarını açıp
kaparken çıkan sesleri, parkelerin halılara işleyen gıcırtısı, saçma sapan
yumrukladığım, saçma sapan okşadığım masamın, zamanla deforme olmuş ve ayrışan
profillerinden çıkan ses; sandalyemin beni taşıyorken çektiği sıkıntı sesleri,
usul gıcırtıları.. Sizleri size bırakacağım, tek mirasım bu. Gittiğim yere
gelemezsiniz, orada sizlere ihtiyaç duymayacağımı söylüyor tüm kutsal yazımlar.
Ben onların yalancısıyım. Görmelerimi bırakıyorum sonra sizlere, size her
bakanda göremeyeceğiniz üzere. O zaman anlayabileceksiniz, sizlere nasıl
baktığımı, sizlerde gördüklerimi. Tüm görünmezler bir kenarınızda yığılı
duruyor şimdi, dijital bir veri bankası gibi. Ben istediğim görüntüyü
alabiliyorum oradan, size bırakıyorum bu spesifik yaklaşımları; giderken..
Yapabileceksiniz, ben gittiğimde; sizlerde.
Bazen güdümlü çağrışımlar oluşacak yüzeylerinizde, herhangi bir parçanızda da. Öyle çok dokundum ki sizlere, bunları silmek öyle çok olanaksızki, öyle çok dağıldıki her zerrenize. Anımsamak istediğinizde kısa yolculuklar yapacaksınız içinize; orada bekliyor olacağım sizi suratımda aptal gülümsemelerle.. ..ve belki yine, ve yine..
Retorik söylemler istemiyorum, kalıplaşmış veda sahneleri, kafiyeli gözyaşları istemiyorum ardımdan. Rahat bırakmalısınız tüm geçmişi, adından sıkca sözedilmesi gereken herhangi bir “fiil” olmadı hayatımda; yazmak dışında.. Onu da tarif edemezsiniz sizler zaten. Hatalı ve beceriksiz göründüm uzun zamanlar, bu oyunun içine hiç düşünmeden daldınız; bunu sağlayabildim sizlere. Kendi’nizle geldiniz sonuçta bana, arınmış, huzurlu.. Sizleri şekillendirdim, herhangi bir aparata ihtiyaç duymadan. Öylesine bencildim. Görmezden gelinmek her zaman kolay olmuştur bana, her zaman görmezden gelinerek ulaştım en az’larınıza. Şimdi herşeyi biliyorum, herşeyi bilmiyorsunuz siz. Bana yalan söyleyemediniz asla, asla yakalayamadınız benim herhangi bir renge boyadığım herhangi bir yalanımı.. Sizler, ben; güzeldi hep olması gerektiği gibilerin sınırlarında; tam istediklerim üzere..
Bazen güdümlü çağrışımlar oluşacak yüzeylerinizde, herhangi bir parçanızda da. Öyle çok dokundum ki sizlere, bunları silmek öyle çok olanaksızki, öyle çok dağıldıki her zerrenize. Anımsamak istediğinizde kısa yolculuklar yapacaksınız içinize; orada bekliyor olacağım sizi suratımda aptal gülümsemelerle.. ..ve belki yine, ve yine..
Retorik söylemler istemiyorum, kalıplaşmış veda sahneleri, kafiyeli gözyaşları istemiyorum ardımdan. Rahat bırakmalısınız tüm geçmişi, adından sıkca sözedilmesi gereken herhangi bir “fiil” olmadı hayatımda; yazmak dışında.. Onu da tarif edemezsiniz sizler zaten. Hatalı ve beceriksiz göründüm uzun zamanlar, bu oyunun içine hiç düşünmeden daldınız; bunu sağlayabildim sizlere. Kendi’nizle geldiniz sonuçta bana, arınmış, huzurlu.. Sizleri şekillendirdim, herhangi bir aparata ihtiyaç duymadan. Öylesine bencildim. Görmezden gelinmek her zaman kolay olmuştur bana, her zaman görmezden gelinerek ulaştım en az’larınıza. Şimdi herşeyi biliyorum, herşeyi bilmiyorsunuz siz. Bana yalan söyleyemediniz asla, asla yakalayamadınız benim herhangi bir renge boyadığım herhangi bir yalanımı.. Sizler, ben; güzeldi hep olması gerektiği gibilerin sınırlarında; tam istediklerim üzere..
Sigaramın
dumanı, kalsana içimde. Ne çıkarsın atmosfere, ne diye uzaklaşırsın git gide.
Belirsizliğin yakıştığı bir sevgi, seninki. Derinlerden gelen cılız bir piyano
sesi, bir kapı gıcırtısı.. Evreni yorgan çekip üzerime, kendi haline
bırakıyorum yıldızları; yorgunum artık kağıt üzerine yağmalara, yaratmalara..
Korkutucu olabiliyor bu talan altında, yaratmalar.. Ucube, şekilsiz, milyon
şiir; kalsanıza içimde.. Ölmeden önce çarptırıldığım yaşam cezası, ölümün bir
anne gibi emzirdiği göğüslerinin bir yukarı bir aşağı iniş-çıkışları, hiçbir
lahzasını kaçırmadan izleme telaşı, adaşı hayat.. Yanıma gelip alnımı
okşamalarında, uyuyor-muş gibi yapmalarım; öpmelerinde tepkisizliğim, dudaklarım
buz.. Yaklaşıyor olmalı, ayakbileklerime dek çekildi kanım; gel-gitler
sahfasındayım. Ayaklarım buz, ölüm ışık, ölüm git, ölüm gel.. Sonsuz gibi
görünen bir yaşama zamanının bitiş çizgisi, ama ışık ölüm; bu sadece ruhumun
karartma oyunları, ama ışık ölüm, bitiş çizgisi ufkun altında sadece, upuzun,
incecik, simsiyah.. Göğün, toprakla öpüştüğü, kararma noktası.. Geliyorum..
Kürtaj
yaptırdığım hayallerime yaklaşıyorum yol üzerinde, herbiri beni bekliyor.
Doğmalarına ramak kala, canımı yakıyor boşverişler, oysa yoklar; onlarsa
yoklar, yaşamadılar.. Ama öylesine kanlı, canlılar.Sahipsiz kalmalarını
istemediğimdendir, kaldılar, doğmadılar; sahipsiz kalmışlar..
Nasıl üzgünüm
bilsen..
Yanımdan
geçtiklerini hissettiğim yüzleri olmayan gölgeler, bazıları çok kollu devler,
bazıları ağaçlar, bazıları yengeç.. Toprağın alnında, güneşin vurup
çıldırttığı, yeni patlamış mantarların kokuları; çimenlerin içinde neşeyle
dolaşan solucanlar, baskın bir yenilenmişlik havası.. Geçtiğim heryer bir anda
siyah-beyaz. Ardımdan gelmiyor sen-li, siz-li, ben-li herhangi bir şey.
Yürüdükçe çöküyor yol – durduğumda – ardıma baktığımda yenileniyor tüm doğa,
renkleniyor telaşla. Ağaçlar, solucanlar, yengeçler, yüzler; sadece
gölgesizler.. Tüm olasılıkların dışında, yargısız ve köşeleri yuvarlak
zamanlarla, ufka doğru yürüyorum, ardım sıra yıkıla yıkıla. ..ve ölüyorum,
içten içe.
- Seni tanıyor muyum ?
- Tanımak istemiştin, bir zamanlar.
Havuz vardı, birkaç şezlong sonra, kum sonra; gemi vardı havuzda,
devasa.. Ellerini çırptığında büyük bir dalga aparırdı yüzeyden, yıkardı bizi
ruhlarımıza dek. Ellerini çırptığında, kirlenmiş olduğunu anlardı tanrı; ve
izin verirdi ruhlarımızın yıkanmasına. Oysa nasılda “ben” leşirdi herşey
kısacık an içinde, tüm fiil köklerinin sonunda nasıl sırıtırdı iyelik ekleri.
Kendinden geçerdi tüm sahiplenmeler, sonu olmayan bir zirveye doğru tırmanırdı
yabanıllığı insanın. Tanrının tanrısallığıydı aslında bu izin vermeler. İnsanın
kafası almazdı, almasıda ne derece gerekliydi, umursanmazdı. Orta ölçekli bir havuz,
büyük ölçekli bir dalga yaratsa bile, önemli olan sadece sonuç olmalıydı; bu
yetersizliğin ironisinde. Sonra alkışlarlardı, çevreye göre davranılması sıkı
sıkı tembih edilmiş çevreleri tarafından. Doyurucu bir hissiyat olabilirdi, ama
boştu dışkısı, yoktu posası. Hislerin sindirildiği her nokta önceden
tasarlanmış bir “ol” bilinci içinde ağır ağır oluşurdu. İnsan sanrılarının
esiri, insan kayboluşun eseri; insan tanrının umudu oluverirdi, aniden; ya da
öyle sanardı zirveye yaklaşan..
Düşsel...
Yorumlar
Yorum Gönder