Uzunca bir aradan sonra Blog'a tekrar merhaba.
Şuanda,
şimdi yaşanmamış saatler dilenirken ve güneş tırmanırken bilinmeyen
kırmızılıklara ve hatta burçlar karmakarışık olmuşken göğe çakılı yıldızlarda
ve ay ışığını lekeler sarmışken bir düşün dünlü günlerde de uzak düşmüş
ruhların var olduğunu. Pırıl pırıl bir gökyüzü mavisinden kopartıyorsa sabahın
berraklığını gök gürültüsü bir düşün. Asılmış suratlarında bir karanlık kabartı
varsa; insanlar düşmüş omuzlarındaki yüklerle dönüyorsa evlerine, tüm neşeli
yürekler donup kalmışsa ve sonunda bulutlar dağılıyorsa her şeye rağmen bir
düşün. Pencereler kapanmış ve üstüne tüller gerilmişse sımsıkı, geçmeyen saatlerin
gürültüsü çınlatıyorsa kulaklarını uykusuz gecelerde ve birinin o saatte bile
kalkıp, yalnız ve tek başına seslendiğini hissediyorsan bir düşün. Parolalar
koyulan kalplerin sarp geçitlerinde, çağlayan bir nehir gibi duyuyorsan kan
akışını, endişeli bekleyişlerin çöreklendiğini hissediyorsan tüm sinir
uçlarında ve yaraya tuz basılmışçasına kısır bir acı varsa baş ağrılarında;
başım öne eğik tutuğum yolları bir düşün. Sıkışık insan kalabalıkları arasında
yapayalnız, bir başına, öylece asılı kalmışsan yorgun, bitap ve hırpalanmış bir
düşün. Daha önce başkalarının da koştuğu kırlarda benim de uzanıp bir ömür boyu
konaklamak istediğimi…
Bir düşün; nasıl yaşayabilir ki insan, nereden ve nasıl bulabilir ki onca gücü? Bir tarafında bezginliğiyle yaşama bağlanma adına kabulleniverilmiş ölüm, diğer tarafta yaşama dair her şey; toprak su, beden gibi sen gibi. Zamanlamalar kötü, seçimler yanlış, sonuç aynı - kayıp... Kim bilir belki bir gün bu ayrım bile kalmayacak ve yazgı deyip geçeceğiz belki de. Bizi bunca zorlu ve çetrefilli yollarda sürüncemede bırakan acılarımıza keşkeler, sevinçlerimize kuşkular ekleyen bir yazgı. Fakat her ne olursa olsun biliyorum ki; bana bu cümleleri kurduran geldiğim noktada bir son değil sadece sevgi. Ve sen varlığımın yegâne sebepçisi karanlık yollarımı aydınlatan, yalnız yıllarımı unutturan.
Her
hayat bir kitap ve her kitapta bir aşk hikâyesi mutlaka var. Fakat bir de aşka
yazılan kitaplar var. Yazmaktan alıkonulamayan duyguların sadece içinde
barınmasından, sevginin öksüz kalmasından korkulduğu için yazılan kitaplar.
Kapağında tüm renklerde açmış çok yıllık bir çiğdem çiçeği bezeli ve umut
edilen her gün, her gece, her saat, belki bir gün diye. Belki o gün, gelir diye
umut edilen ve o bir gün; haftalar, aylar, yıllar, hatta bir ömür olur
düşüncesiyle
Öyle
bir kitap yazarsın ki; kışın ortasındaki son sevişmeniz tüm mevsim normallerine
ve abartılı hava koşullarına rağmen bir bahar dolusu çiçek tohumu serper
yüreğine, yeni yeni fidanlar dikilir yanı başında ve her birinde sevdiğin o
kadın. Rüzgâr, kar, çamur umurunda olmaz. Kırılan ağaç dalları, kabaran hırçın
sular umurunda olmaz. Ve bir kitap yazmışsındır o aşkına; hayatın boyunca
yürüdüğün yollarda. O'na çıkan tüm yolları provoke etse de yaşam; onunlasındır,
o da seninle, başı omuzlarında. Aklından çıkmamaya söz vermişçesine bir o
vardır başında, ruhunda, bedeninde. Hiç böylesine açık bırakmamışsındır
kapılarını, üşürsün ancak yine de kapatamazsın. En güzel misafirin istediği
zaman içeri girebilsin diye. Sevdiğin kadın; toprağına dikilmiş en güzel çiçek,
gövdesini gövdene dayayıp yeniden öğretir yaşama kök salmayı, bir çubuğa naylon
bir iple bağlanmaksızın, öylece kök salmayı.
Öyle
bir kitap yazmışsındır ki aşkına onsuz bir şehir yoktur satır aralarında, onsuz
bir toprak, onsuz bir nefes, onsuz bir kaldırım yoktur o şehirde. Ne yediğin
bir lokma, ne içtiğin bir yudum kahve tat verir yokluğunda. Gittiğin her yere
onu da yanında götürüyor olmana rağmen aklında, küçük parmaklarını istersin
parmaklarında. Başından da, sonundan da okusan hep aynı kafiye olur
dudaklarında.
Bir
gece yine alkol duvarıyla onun arasında sıkışıp kalırsın öylece. Ne duvarı
aşabilirsin, ne ona sarılabilir. Bir kadeh, bir kadeh daha yalnızlığını batırıp
tuzlu gözyaşlarına meze yaparsın yokluğunu rakı bardaklarına, içtikçe tuzlu
denizin kurur, yanar yalnızlığın öylece. Sağanak bir yağmur gibi dökülsün de
üstüne söndürsün istersin yangınlarını yada ne bileyim sarmalayıp ve öpsün
istersin işte.
Yanaklarına
dokunan dudakların özler onu, üstelik bir yangın sarar ki, ne yağmur keser
ateşini ne deniz. Ak düşmüş sakalların dokunuşlarını arar, tenin tenini, burnun
kokusunu arar. Tanrıya dilekçeler yazarsın her gece ona dair ve alıyor bilirsin.
Karanlık gökyüzüne iki martı yolla dersin ve iki beyaz martı kanat çırpar
üstünde. Boyun eğmek istemediğin bir kadere ve tüm üçüncü şahısların
sorgularına adam gibi cevapların hazırdır gerekirse. Kalbinin dışında bir
yerlerde, senden uzak bir siluetin olsa bile.
Fotoğraf ve Yazan : Hakan POLAT
Yorumlar
Yorum Gönder